Murad TİRYAKİOĞLU tarafından kaleme alınan bu yazı EKOIQ Dergisinin (70. Sayısında) Mayıs-Haziran 2017 nüshasında yayımlanmıştır.
25 Eylül 2015 tarihinde Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi’nde Birleşmiş Milletler’in üye ülkeleri, 2030 yılına kadar, yoksulluğu sona erdirmek, eşitsizlik ve adaletsizlikle mücadele etmek ve iklim değişikliğinin üstesinden gelmek için belirlenen 17 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefini (SKH) kabul etti. Toplumsal cinsiyet eşitliğinden insana yakışır iş ve ekonomik büyümeye; erişilebilir temiz enerjiden sürdürülebilir şehir ve yaşam alanlarına kadar çeşitlilik gösteren bu hedefler, dünyanın ve özellikle de gelişmekte olan ülkelerin geleceği için önem arz ediyor. Ancak gelişmekte olan ülkeler, içinde bulundukları yoksulluk ve yoksunluk dolayısıyla bu hedeflere ulaşmak bir yana içinde bulundukları kısırdöngüyü aşmak konusunda bile mesafe katetmekte çok zorlanıyorlar. Bunun sebebi iklim değişikliğine bağlı olarak artan doğal afetlerin, altyapı ve eğitim yetersizliğine bağlı olarak ortaya çıkan endüstri kazalarının gelişmekte olan ülkelerin kırılganlığını artırması.
Geçtiğimiz günlerde yayınlanan bir haber, dünyanın karşı karşıya kaldığı en büyük beş problemi; hava kirliliği ve iklim değişikliği, ormanların tahrip edilmesi, türlerin soylarının tükenmesi, toprak degradasyonu ve aşırı nüfus artışı olarak ifade ediyordu. İlk sırada yer alan iklim değişikliği sorunu birbiriyle bağlantılı birçok soruna ve tetikleyici özelliği itibarıyla pek çok da riske işaret ediyor. İklim değişikliği ve etkileri, düşük karbon ekonomisine geçişin artan önemi ve gerekliliği, küresel ısınma ve ortaya koyacağı kısa, orta ve uzun vadeli etkiler her ne kadar sıklıkla dile getiriliyor ve bu alanlarda yapılan çalışmalar artıyorsa da, gelişmekte olan ülkelerin öncelikleri arasında yer almıyor. Zira hâlâ kişi başına düşen milli geliri insani yaşam standartlarının altında olan pek çok ülke açlıkla, kuraklıkla mücadele edebilecek gerekli kaynaklara sahip değil.
2016 yılında dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşanan deprem, sel, kasırga, kuraklık ve orman yangını gibi afetler 210 milyar dolarlık ekonomik kayba sebebiyet vererek milyonlarca kişiyi etkiledi.
Bu kötümser tabloya karşın, gelişmekte olan ülkelerde umut veren gelişmeler de yaşanıyor. Örneğin 2016 yılında Ugandalı mühendisler tarafından geliştirilen güneş enerjili otobüs Afrika kıtası için bir ilki oluşturdu. Projenin başmühendisi Maria Obuwa, “Kayoola” adı verilen otobüsün her sisteminin yeşil enerji ile çalıştığını ve fosil yakıtlarla çalışan otobüsler kadar güçlü olduğunu ifade ediyor. Türkiye’de de, İETT aracılığıyla hayata geçirilen güneş enerjili otobüsler İstanbul’da faaliyet göstermeye başladı.
Yakın Tarihin Büyük Afetleri
Tüm bu çaba ve gelişmelerle birlikte dünyada yaşanan doğa kaynaklı ve teknolojik afetlerin hem ekonomik hem de toplumsal etkileri çok yüksek oluyor ve normale dönülmesi, ülkelerin gelişmişlik düzeylerine bağlı olmakla birlikte belli bir zamanı ve oldukça yüksek bir maliyeti beraberinde getiriyor. Yakın tarihteki büyük afetler ve etkileri incelendiğinde 2011 yılında yaşanan 9,0 büyüklüğündeki Töhoku (Büyük Doğu Japonya) Depremi’nin 235 milyar dolarlık bir ekonomik kayba sebebiyet verdiği görülüyor. 15 binden fazla kişinin yaşamını yitirmesine, binlerce kişinin kaybolmasına sebep olan bu deprem, Japonya’nın en büyük, dünyanın ise en büyük beşinci depremi olarak kayda geçti.
İkinci sırada ABD’nin en yıkıcı ve en ölümcül kasırgalarından biri olarak tarihe geçen afet sonucunda 2000’e yakın kişi yaşamını yitirdi ve 125 milyar dolarlık bir ekonomik kayıp yaşandı. 1995 yılında Kobe’de (Japonya) yaşanan deprem 100 milyar dolarlık, 1994 yılında ABD’de yaşanan Northbridge Depremi 42 milyar dolarlık ve 2008 yılında Çin’de yaşanan Sichuan Depremi 29 milyar dolarlık ekonomik kayba sebebiyet verdi. 2016 yılında ise dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşanan deprem, sel, kasırga, kuraklık ve orman yangını gibi afetler 210 milyar dolarlık ekonomik kayba sebebiyet vererek milyonlarca kişiyi etkiledi.
Yeşil Kalkınma Paradigması Şart
Afetler ister doğa kaynaklı olsun, ister insan kaynaklı olsun, insanlığın önündeki en büyük tehditlerden birini oluşturuyor. Ve bu tehdidin doğru bir biçimde anlaşılabilmesi, boyutlarının belirlenebilmesi ve muhtemel etkilerinin hesap edilerek en aza indirilebilecek politikaların hayata geçirilmesi ülkelerin, özellikle de azgelişmiş ülkelerin öncelikleri arasında yer almalıdır.
Türkiye gibi hem birinci derecede afet bölgesinde yer alan hem de yakın coğrafyada yaşanan siyasal karışıklıklar sebebiyle göçlere açık, kırılganlığı yüksek olan bir ülkenin ise kaynak kullanımını etkin bir şekilde sağlayarak, iklim değişikliğinden küresel ısınmaya, mülteci ekonomisinden düşük karbon ekonomisine kritik noktaları kapsayan yeşil bir kalkınma paradigması oluşturması gerekmektedir.
Ezcümle, Türkiye (ve dahi tüm ülkeler) afetlerle kalkınmayı öğrenmek zorundadır.